Derneklerimiz Üzerine:Ne İçin Hayırlı Olsun,Ne İçin Emeği Geçenlere Teşekkür Ederiz?

Ne İçin Hayırlı Olsun, Ne İçin Emeği Geçenlere Teşekkür Ederiz?

Son birkaç gündür,İstanbul Anadolu Yakası Göle Derneği’nin kuruluşuna dair yapılan paylaşımlarda “hayırlı olsun” mesajlarıyla birlikte “emeği geçenlere teşekkür ederiz” ifadeleri dikkat çekiyor. Peki gerçekten ne için hayırlı olsun diyoruz, neyin emeği için teşekkür ediyoruz? Bu sorulara içtenlikle yanıt verebilmek için biraz geriye, biraz da kendi içimize bakmamız gerekiyor. Yıllardır dernekçilik alanında aynı sorunları konuşuyor, benzer toplantılarda aynı temennileri dile getiriyoruz. Ancak sonuç değişmiyor. Ne istendi olmadı, ne konuşuldu da uygulanmadı? İşte tam burada asıl mesele başlıyor. Bugün yeni bir dernek kuruluyor ama aynı zamanda geçmişte yaşananların bir özeti yeniden sahneye konuyor. Eleştiri ve öz eleştiri mekanizmaları devreye girmeden alınan kararlar, kişisel veya dar çevresel yaklaşımlarla şekillenen yapılar, toplumun genelini kucaklamaktan uzak kalıyor. Bunun en somut örneklerinden biri, yıllar önce Ardahan Kültür Evi’nin kuruluş sürecinde yaşanmıştı. Ardahan Kültür Evi kurulmadan önce, 5-6 ayrı toplantıya katılmıştık. En son Sefaköy’de yapılan toplantıda açıkça dile getirmiştik: İstanbul’da “Ardahan” adını taşıyan birden fazla il derneği vardı. Bu da dağınıklık yaratıyor, temsil gücünü zayıflatıyordu. Biz demiştik ki; bu derneklerin bir çatı altında birleşmesi gerekir. İl derneği tek olmalı, diğer ilçelerde ya da illerde bu derneğin temsilcilikleri açılmalı. Ancak o gün orada bulunan hiçbir dernek bu fikri kabul etmedi. Her biri kendi tabelesini, kendi küçük alanını korumayı tercih etti. O toplantıdan çıktıktan sonra yedi arkadaş bir araya geldik ve Ardahan Kültür Evi’nin kuruluşunu gerçekleştirdik. Yani bir anlamda, “söylenenle yapılanın” arasındaki farktan doğan bir kurumdu o. Bugün aynı tabloyu yeniden yaşıyoruz. Göle Derneği vardı; ardından bir grup bir araya geldi ve “Göle Dernekler Federasyonu” kuruldu. Sonrasında Göle Derneği bir anlamda köy derneği statüsüne dönüştü. Bu süreçte ilginç olan şu: Herkes bir şeyler yapıyor ama hiç kimse gerçekten halkın ne beklediğini sorgulamıyor. Oysa halkın beklentisi çok net: Birlik, temsil gücü, güven ve samimiyet.   Tabii ki bu dernekleri kuran herkesin bildiği, gördüğü ve inandığı bir şeyler vardır. Elbette her birinin kendine göre bir saygınlığı, bir emeği, bir niyeti vardır. Kimi kendi penceresinden gördüğü eksiklikleri tamamlamak ister, kimi liyakatine güvenip yeni bir yola çıkmak ister. Bir şahıs, bir grup ya da bir ekip; “daha iyisini yapabiliriz” diyerek bir çaba içerisine girebilir, bu da doğaldır. Ancak burada asıl sorulması gereken soru şudur: Var olanı güçlendirmek mi daha akılcıdır, yoksa her seferinde yeni maceralara yelken açmak mı? Topluma layık olan, mevcut yapıları onarıp büyütmek midir, yoksa benzer yapıları çoğaltarak gücü bölmek mi? Ne yazık ki şu anki tablo, ikinci seçeneğin ağır bastığını gösteriyor. Derneklerin üye sayıları, temsil ettikleri nüfusun yüzde 10’unu bile geçmiyor. Yüzde 10’a yaklaşabilenler “başarılı” sayılıyor. Bu, başka hiçbir açıklamaya gerek bırakmayan bir durum. İnsanlar artık bu yapılara ilgi göstermiyor, itibar etmiyor. Çünkü ne yazık ki o yapılar, halkın gerçek sorunlarına değil, kendi iç dengelerine odaklanmış durumda. Oysa toplumun sivil örgütlerinden beklediği şey; siyaset üstü, bölge odaklı, samimi, kapsayıcı ve kalıcı bir birliktelik. Bugün “hayırlı olsun” dediğimiz her yeni kuruluş, bu samimiyet testinden geçemediği sürece yalnızca bir tabeladan ibaret kalıyor. Gerçek hayırlı olsun, gerçekten halkı kucaklayan, ortak akılla inşa edilen, hesap verebilir, şeffaf yapılar kurulduğunda söylenecektir. O zamana kadar ise, teşekkür değil, sorgulama; kutlama değil, değerlendirme zamanı olmalıdır. Sinan Şimşek     
Benzer Videolar